Aeolian harp, Türkçede sıkça “rüzgâr arpı” olarak anılan, telleri insan değil rüzgâr tarafından çalınan bir telli çalgıdır. Adını antik Yunan rüzgâr tanrısı Aeolos’tan alır ve bilinen anlamıyla ilk ayrıntılı teknik tanımı, Cizvit bilgin Athanasius Kircher’in 1650 tarihli Musurgia Universalis adlı eserinde yer alır. Bu kaynakta Kircher, hiçbir mekanik düzenek kullanılmadan yalnızca rüzgâr akımıyla sürekli bir armonik ses üreten bir “makine” tarif eder ve bu enstrümanı kendi icadı olarak sunar.
Buna rağmen Aeolian harpa benzer fikirlerin daha eskiye uzandığı kabul edilir. Örneğin Britannica ve organoloji kaynaklarında, antik dünyada rüzgârla titreşen lir ve kinor benzeri çalgılardan, Orta Çağ anlatılarında ise rüzgârın tellerden ses çıkardığına dair efsanelerden bahsedilir. Modern anlamda “Aeolian harp” adıyla tanınan enstrümanın ise 17. yüzyıldan sonra şekillenip 18. ve 19. yüzyıllarda, özellikle Almanya ve İngiltere’de Romantik dönem boyunca popülerlik kazandığı, evlerde pencere eşiklerine yerleştirilen bir tür atmosferik müzik kaynağı olarak kullanıldığı bilinir.
Aeolian harp’ın temel yapısı aslında oldukça basittir: Genellikle dikdörtgen biçiminde ahşap bir gövde, bunun üzerinde rezonans sağlayan bir kapak ve iki köprü arasında boyuna doğru gerilmiş bir dizi tel. Geleneksel örneklerde bu teller çoğunlukla kedi bağırsağı, daha sonra ipek, naylon veya metal alaşımlı telden yapılır. Enstrüman, rüzgârın doğrudan tellerin üzerinden geçeceği şekilde konumlandırılır; herhangi bir mızrap, yay veya parmak tekniği kullanılmaz, dolayısıyla “tamamen rüzgârla çalınan” nadir telli çalgılardan biridir.
Ses oluşumunun ardında, akışkanlar dinamiğine ait “vortex shedding” ya da Kármán girdap sokağı olarak bilinen fiziksel bir olgu yatar. Hava akımı, tel gibi silindirik bir cisimle karşılaştığında, belirli hız aralıklarında telin arkasında düzenli girdaplar oluşur. Bu girdaplar tel üzerinde periyodik bir kuvvet etkisi yaratır ve tel, temel frekansından çok, çoğunlukla üst harmoniklerine karşılık gelen bölümler halinde titreşmeye başlar. Bu nedenle Aeolian harp’ın sesi, alışık olduğumuz telli çalgılara göre daha “uhrevi”, “etereal” ve zaman zaman hayaletimsi olarak tanımlanır; enstrüman neredeyse yalnızca harmonik frekanslar üretir.
Geleneksel ev tipi rüzgâr arplarında, tellerin tümü aynı perdeye akortlanıp rüzgârın farklı şiddetlerinde farklı harmonikler yakalaması sağlanabilir ya da her tel farklı perdeye ayarlanarak akor benzeri tınılar elde edilir. Boyutlar genellikle bir metre civarında uzunluk, birkaç santimetrelik yükseklik ve genişlik düzeyindedir; bu da ona hem taşınabilirlik hem de ev içinde kullanılabilirlik kazandırır.
Aeolian harp’ın verimli çalışabilmesi için rüzgârın düzenli biçimde tellerin üzerinden akması gerekir. Bu yüzden tarihsel ve modern uygulamalarda enstrümanın yerleşimi kritik öneme sahiptir. Klasik ev içi kullanımda, en yaygın uygulama, enstrümanın hafif aralık bırakılmış bir pencere içine ya da pencere pervazına yerleştirilmesidir; dışarıdan gelen hava akımı, pencere aralığından geçerek tel yüzeyine çarpar ve ses üretir.
Açık hava enstalasyonlarında ise rüzgâr arpı çoğu zaman rüzgârlı tepelerde, kulelerin üst bölümlerinde, kalelerin eski sur hatlarında veya denize açık kıyı şeritlerinde görülür. Örneğin Almanya’da Baden-Baden yakınlarındaki Hohenbaden Kalesi'ne yerleştirilen rüzgâr arpı, kalenin yüksek konumu ve vadilere bakan açıklıkları sayesinde güçlü rüzgâr akımlarını yakalar ve bu akımları ses malzemesine dönüştürür. Modern dönemde İtalya’daki Negrar rüzgâr harpı, San Francisco’daki Exploratorium’un metal rüzgâr harpleri ve Güney San Francisco’daki Demetrios “Wind Harp” heykeli gibi büyük ölçekli örnekler, çoğunlukla tepe sırtlarına veya yüksek kotlu noktalara yerleştirilerek hem rüzgâr hem de manzara ile bütünleşen ses heykelleri oluşturur. Bu yerleşimler, başta tepeler, kuleler ve kıyı hatları olmak üzere, rüzgârın yön değiştirdiği ve hızlandığı doğa noktalarının neden tarih boyunca bu enstrüman için tercih edildiğini açıkça gösterir.
Bugün Aeolian harp, yalnızca tarihsel bir merak unsuru değil, aynı zamanda çağdaş müzik ve ses sanatında da kullanılan bir araçtır. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, özellikle çevre sesleriyle çalışan besteciler ve ses sanatçıları, rüzgâr arplarını doğal ortam kayıtlarının bir parçası olarak kullanmış; bazı caz ve ambient albümlerinde rüzgâr arpı kayıtları arka planda uzun, sürekli dokular yaratmak için değerlendirilmiştir. Öte yandan açık hava heykelleri biçimindeki büyük rüzgâr harpları, mimarlık, heykel ve akustik tasarımı birleştiren hibrit yapılar olarak kamusal alanlarda yer almaya devam etmektedir.
Sonuçta Aeolian harp, en basit tanımıyla “rüzgârın çaldığı telli enstrüman”dır; ancak tarihsel kökeni, fiziksel çalışma prensibi ve konumlandığı mekânlarla birlikte düşünüldüğünde, müziğin yalnızca insanın bilinçli tercihlerinden değil, doğanın kendi hareketinden de doğabileceğini somut biçimde gösteren nadir örneklerden biridir. Rüzgârlı bir tepeye, eski bir kuleye veya denize açık bir kıyıya yerleştirildiğinde, aynı enstrüman her gün farklı çalar; çünkü o günün bestecisi her zaman değişkendir: rüzgârın yönü, hızı ve mekânın kendisi.